Tarih yirmi altı aralık iki bin yirmi beş. Saat gece dört on sekiz. Ben yine senin o derin dilsizliğinde kendimi kaybediyorum sevgilim. Hani bir gece bana, 'Anlatamam ben, sadece dinlemeyi severim,' demiştin ya; işte o günden beri ben, senin o derin dilsizliğinde kendimi kaybediyorum. Artık tarihlerin hükmü yok, saatlerin hükmü yok. Şu an olduğu gibi, ne zaman sussa dudakların, ben o dilsizliğinin içinde yavaş yavaş kendimi kaybediyorum. Kendimi yavaş yavaş kaybederken, o dilsizliğin göğsüme oturuyor. Nefes alamıyorum, nefes veremiyorum, nefesim kesiliyor sevgilim. Nefesim kesilirken, bedenim bir ölü gibi soğurken bile içimdeki o küçük kız, kendi ruhunun kesiklerini unutup senin ruhundaki o derin kesikleri öpmek için çırpınıyor. Ve ben, onun her bir çırpınışını durduramıyorum, bir türlü durduramıyorum. Durduramıyorum sevgilim. Üstelik artık o küçük kızın feryatlarını işitiyorum dizlerim kanıyor, dizlerim parçalandı diyor sevgilim. Senin ruhundaki o derin kesikleri öpmek için çırpınırken, koşmaya çalıştığı o uçurumlarda her seferinde dizleri kanıyor, dizleri parçalanıyor. Ama dizlerinin kanamasına, dizlerinin parçalanmasına rağmen, sen o küçük kızı kendi derin dilsizliğine mahkum ediyorsun. Lütfen sevgilim, o küçük kızı kendi derin dilsizliğine mahkum etme. Bırak o küçük kıza acılarını anlat, ya da sen onun omzuna başını yaslayıp doyasıya ağla. Tarih yirmi dokuz aralık iki bin yirmi beş. Saat gece bir on beş. Ben yine senin o derin dilsizliğinde kendimi kaybediyorum sevgilim. O anlatamadığın acılarını, o dilsizliğini bu gece içimdeki o küçük kızla yıldızlara havale ettim sevgilim. Onlar, senin dilsizliğindeki o acılarının karanlığını aydınlatsın. Ama eğer istersen; gel o karanlığı seninle birlikte, el ele aydınlatalım sevgilim. wraith’s Substack is free today. But if you enjoyed this post, you can tell wraith’s Substack that their writing is valuable by pledging a future subscription. You won't be charged unless they enable payments. |